ARABULUCULUK VE MÜZAKERE

ARABULUCULUK VE MÜZAKERE

YAZAN : AV.ARB.V.TÜLAY YÜKSEL

Toplumsal hayat, elbette teknolojinin ve bilginin de yoğunlaşmasıyla, artık daha zengin/karmaşık/komplike… Bir yanıyla, çatışmalar daha çoğalıyor; bununla paralel olarak, iletişim kurma şansı da çoğalıyor. Hatta iletişim zorunluluğumuz artıyor diyebiliriz. Böylece, sorunlarımızı çözmek için, kendimizi iyi anlatmak, birbirimizi anlamak, sorunu birlikte çözmek, birlikte karar vermek ihtiyacı, hayatın her alanında kendini dayatıyor. İletişim bilimi, bu ihtiyacımız nedeniyle ortaya çıkıyor; gelişiyor. Müzakere kavramı da bu sürecin bir ürünü, değil mi?
Arabuluculuk müessesesi de, gelişen iletişim bilimiyle birlikte toplumsal hayatımızda yerini aldı; giderek de yayılıyor. Kişisel olarak yaşadığımız, kişisel olarak tarafı olduğumuz bir sorunda bile, bir üçüncü kişinin, bağımsız ve tarafsız bir üçüncü kişinin varlığına ihtiyaç duyduğumu hissediyorum ben doğrusu. Sorunun diğer tarafı ile bir masaya oturmak ve müzakere etmenin, nasıl zor olduğunu farkediyorum. Arabulucu misyonu ile, böyle bir zorluk yaşayan taraflarla biraraya geldikçe, onların duygu ve düşüncelerini dinlemeye/anlamaya çalıştıkça, kişisel sorunlarımı çözme/karar alma süreçlerinin de doğru müzakere teknikleriyle yürütülmesinin ne kadar sancısız ve verimli olabileceğini daha çok farkediyorum artık.
MÜZAKERE, tek başımıza değil, birlikte karar vermek zorunda olduğumuzda, yani paylaşılan ya da karşıt olunan çıkarlar sözkonusu olduğunda, içine girilen/girmek zorunda kaldığımız bir dizi iletişim sürecidir. Kimi kaynaklara göre, “hedeflerimizi tek başımıza gerçekleştiremediğimizde, zorunlu olarak girilen kişiler arası bir karar verme süreci”; kimi kaynaklara göre, “iki veya daha fazla tarafın ortak bir karara varması gerektiği halde, farklı/zıt tercihleri varsa gerekli olan süreç” tir müzakere….. Bu iletişim/karar verme sürecinde tarafların kendilerini iyi/tam/etkili ifade edebilmesi için gerekli ve yararlı olan kimi teknikler, “müzakere teknikleri” geliştirilmiştir.
Müzakere kavramı, aslında içinde pekçok kavramı barındıran bir kavram. Müzakere dediğimiz süreç içinde, birçok farklı yöntem/süreç yer alıyor. Ama müzakere, bütün bu içinde barındırdığı süreç ve kavramlardan başka, farklı bir şey.
Örneğin PAZARLIK…. “Sözlük anlamında pazarlık, iki insan veya grupların her birinin bir şeyi yapma, ödeme veya gönderme konusunda bir iş anlaşması yani kararıdır. Pazarlık, kısaca bir kişinin diğerinin davranışlarını değiştirmeye yönelik ve genellikle bir şeyi başka bir şeyle değiştirmek için yapılan bir seri önerinin ve karşı tekliflerin yer aldığı bir süreçtir.” Pazarlık’ta kazan/kaybet vardır. Başlangıçta istediğinden daha çoğunu alabilmiş olsa bile; hep aklında, “acaba daha fazlasını koparabilir miydim” düşüncesi olacaktır.
Örneğin diğer bir kavram, TARTIŞMA…. “Bazı kaynaklarda ‘görüşme’ olarak da adlandırılabilmektedir. Tartışma sözlük anlamında, insanların bir konu hakkındaki farklı fikirlerini ifade ettikleri durumdur. Tartışma bu anlamda, her iki taraf için de kabul edilebilir bir anlaşmaya varmak için aralarında gerçekleştirilen görüşmeler, açıklamalar, sentezler ve öneri taahhütleri olarak görülür. Tartışma bir müzakerenin sorun çözme parçasıdır. Müzakere, tam bir davranış kategorisi olarak kendini gösterir. Müzakere tartışma ve pazarlığı da içine alan daha genel bir kavramdır ve tartışma ve pazarlık bu sürecin birer unsurlarıdır.”
Örneğin, DANIŞMA kavramı. “Müzakere ile danışma arasında net bir ayrım yapmamız gerekecektir. İnsanlardan onay istemekle, onların fikirlerini almak arasında çok önemli bir ayırım vardır. Müzakere, bir kararın yürütülebilmesi için her iki tarafında aralarındaki anlaşmayı kabul etmeleri gerektiğine işaret ederken, danışma ise bir tarafın son kararı vermeye yetkisi kendisinde olduğu halde, karar vermeden önce diğer tarafın görüşlerini alması anlamına gelir.”
Örneğin İKNA…. “İkna, karşı tarafın fikrimizi veya önerimizi kabul etmesini, istediğimizi yapmaya razı olmasını sağlama faaliyetidir. Küreselleşen dünyada ticari alanda, eğitimde, insani ilişkilerde

muhatabı ikna etmek çok önem arz etmektedir.” Müzakere sürecinde kullanılan yöntemlerden, varılan sonuçlardan sadece birini ifade etmektedir oysa, ikna…..
Bir de UZLAŞMA, ANLAŞMA, DİYALOG kavramlarına bakalım. “Uzlaşma, iknadan farklı bir kavram gibi görünse de, aslında ikiye katlanmış iknadır. İkinci kavramımız olan anlaşma ise, bir işin gerçekleşmesi, bir sorunun çözüme kavuşturulması veya bir sürecin düzenlenmesi amacıyla birden fazla tarafın belirli kurallar, ilkeler ve yaptırımlar üzerinde sözlü veya yazılı olarak uzlaşmaya varmalarıdır. ‘Diyalog’ deyimi de az çok buna uyabilir. Böylelikle müzakere, teslimiyetten de, inandırma ve iknadan da ayrılabilir.”
“Müzakere, tarafların başlangıçta birbirinden oldukça uzak olan konumlarından, anlaşmaya varabildikleri bir noktaya ulaşmaları, iki veya daha fazla kişinin kıt kaynakları nasıl paylaşacaklarına dair uzlaşmaya vardıkları bir kişiler arası karar verme sürecidir. Öznelerin değil anlayışların hangisinin daha doğru olduğunu anlama faaliyetine de müzakere diyebiliriz. Müzakerede meseleler maddi veya manevi cebir ile değil taraflar arasında cereyan eden pazarlık, ikna, tartışma gibi yöntemlerin kullanılması sonucu varılan anlaşma ile çözülmeye çalışılır. Müzakerenin hedefi her iki taraf içinde kabul edilebilir anlaşmadır. Müzakere, farklı ihtiyaçlar ya da fikirler konusunda ortak bir anlaşmaya varmak amacıyla ileri geri iletişim sürecidir. Müzakere kendisinden bir takım şeyler elde etmek istediğiniz kişilerin, sizin istekleriniz doğrultusunda düşünmelerini sağlamaya odaklanan bir bilgi ve çaba alanıdır. Müzakere, sonuç üzerinde iki tarafın da veto hakkının olduğu bir işlemdir. İki tarafın gönüllü rızasına dayanır. İşlemin gerçek şartlarının belirlendiği bir alışveriş sürecidir. Müzakere içinde hiç kuskusuz pazarlık, tartışma, sözleşme, düzenleme, ikna, inandırma, uzlaşma, uygunluk, anlaşma, düzenleme, danışma ve karar verme unsurları vardır ama yine de bir eş anlamlılık söz konusu değildir. Müzakere “karşılaştırmalı olarak incelemek” faaliyetidir. Tüm müzakereler mutlaka sonuca ulaşmaz. Yine de bir çaba vardır. Dolayısıyla, daha gerçekçi bir tanım, size söylenen veya söylenebilecek bir “hayır”ı kabullenmeyip, bunu “evet”e çevirme çabasıdır.” (Muharrem KOÇAR, Müzakere ve İkna Teknikleri, Mayıs 2019)
Müzakerede işbirliği vardır. Müzakereden önceki taraflar, müzakere içine girdikten ve süreç tamamlandıktan sonra artık aynı kişi/grup değildir; dönüşmüşlerdir.
Günümüz açısından Müzakere’nin önemi, mesleğimiz, Arabuluculuk Faaliyeti açısından elbette büyük… Zira, artık müzakere’nin sadece/yalnız taraflar arasında değil, bağımsız/tarafsız bir üçüncü şahıs önderliğinde, yönetiminde yürütülmesi, sürecin gerçekten başarılı ve verimli olması için büyük önem taşıyor.
Bildiğimiz gibi, 6325 sayılı Kanunda da tanımlandığı şekliyle, “Arabuluculuk, Sistematik teknikler uygulayarak, görüşmek ve müzakerelerde bulunmak amacıyla tarafları bir araya getiren, onların birbirlerini anlamalarını ve bu suretle çözümlerini kendilerinin üretmesini sağlamak için aralarında iletişim sürecinin kurulmasını gerçekleştiren, (Ek ibare: 7036 – 12.10.2017 / m.17) “tarafların çözüm üretemediklerinin ortaya çıkması hâlinde çözüm önerisi de getirebilen,” uzmanlık eğitimi almış olan tarafsız ve bağımsız bir üçüncü kişinin katılımıyla ve ihtiyarî olarak yürütülen uyuşmazlık çözüm yöntemi” dir.
Görüldüğü gibi, Arabuluculuk tanımı için şu anahtar kavramlardan oluşuyor: 1- sistematik teknikler, 2- görüşmek, 3- müzakereler, 4- biraraya gelmek ve birbirini anlamak, 5- çözümü tarafların kendilerinin üretmeleri, 6- iletişim süreci, 7- tarafsız ve bağımsız üçüncü kişi (arabulucu)…
Bu anahtar kavramların, aynı zamanda, Müzakere kavramını, müzakere sürecini anlamamızda, tarif etmemizde çok işimize yarayacak, birbirine paralel kavramlar olduğu aşikar.

Arabuluculuk sürecinde de hazırlık sürecinden sonra, bir müzakere süreci yaşanıyor ve sonucunda da, bir anlaşma ya da /anlaşamama durumu ortaya çıkıyor. Elbette, bu durumların da farklı hukuki sonuçları oluyor. Anlaşma belgesinin icra edilebilirliği/ilam hükmünde belge oluşu; ya da anlaşamama belgesinin dava dilekçesine eklenmesinin zorunlu oluşu gibi.
Arabuluculuk sürecinin başından sonuna kadar, iletişimin temel ilkeleri geçerli aslında: 1- tarafın/tarafların, söylediklerinizi sizin kast ettiğiniz gibi anladığından emin olmalısınız. 2-Gösterdiğiniz kanıtlar itiraz edilemeyecek kadar açık ve net olmalıdır. 3-İnandırmak istediğiniz şey karşı tarafın ihtiyaçlarına ve beklentilerine uygun olmalıdır.
Arabuluculuk süreçlerindeki deneyimlerimizde, gördüğüm kadarıyla, reel olarak, başvurusundaki talepleri gerçek/somut temellere dayalı olan; talepleri konusunda bir uzmandan da yardım alarak bilgilenmiş olan, bu şekilde taleplerini net/açık olarak ifade etmekte olan bir işçi başvurucu, müzakere masasında yalnız başına da olsa, istediğine en yakın sonucu alarak kalkmaktadır. Özellikle 2019 yılı boyunca ekonomik darboğaz nedeniyle, başvurucu işçiye/ya da vekiline, “çok haklısınız, taleplerinizi biz de karşılamak istiyoruz; ancak ekonomik nedenlerle bunu ne zaman ve ne şekilde yapacağımız şu anda belirsiz.” Dedikleri için, maalesef anlaşmazlık tutanağı düzenlediğimiz çok oldu. Ya da, sadece arabuluculuk ücreti ödememek için, müzakere masasında, “biz anlaşmıyoruz” deyip, odadan çıkınca anlaşan/ödemeyi yapan, ya da atanmış arabulucu ile değil başka bir arkadaş arabulucuyla anlaşma belgesi düzenleyen taraflar da çok oldu. Ancak, ben, olağanüstü/sürecin ruhuna aykırı vs. gibi değerlendirilebilecek olsa bile, bu durumları, yine de ARABULUCULUK KURUMUNUNUN KAZANÇLARI olarak görüyorum. YANİ AMAÇ HASIL OLMUŞTUR.
Bir arabuluculuk görüşmesinde, başvurucu işçi vekili ile birlikte, diğer taraf asil ise tek başına katılmıştı. İşveren, yıllardır sektörde faaliyet gösteren bir lokanta sahibiydi. Başvurucu işçi de yıllardır bu lokantada çalışıyormuş. İşçi ile patronun, aynı kültürel iklimden oldukları, geçen yıllar içinde ailece de görüşen, aynı camide birlikte namaz kılan, özellikle patronun “biz ahbabız, ben bir şey vermem” düşüncesiyle toplantıya geldiği anlaşılıyordu. Toplantı bildirimi için aradığımda da, çok kızgındı. “Nasıl böyle bir başvuru yapabilir? Benim bu aralar nasıl sıkıntı içinde olduğumu bilmiyor mu? O’nun ev kredi taksitlerini gecikmeden ödemesinde katkım olduğunu nasıl unutur!!!???” vs. gibi serzenişlerini, öfke ile ardarda sıralamıştı. Toplantıda, başvurucu başta sessiz kaldı; vekili taleplerine dair hesaplamaları da ayrıntılı olarak anlattı ve rakamsal talebi, toplam olarak ifade etti. İşçi de, sessizce bu talep ettikleri rakamı onaylıyordu adeta. Lokanta sahibi işverenin halinden, her ne kadar kızgın görünse de, toplantıya gelirken avukatı ve muhasebecisi ile görüştüğü, aslında kendi edindiği bilgilerin de aşağı yukarı, başvurucu vekilinin hesaplamalarıyla uyumlu olduğu anlaşılıyordu. Ancak belli ki, başvurucu işçiye, aynı inanç/kültür dünyasına ait oluşlarına güvenerek, baskı yapabileceğine, O’nu ikna edebileceğine inanıyordu. Oysa işçi, vekilinin hem toplantı öncesi, hem de toplantı sırasında anlattıklarına ve yapılan hesaplamalarına güveniyordu. Yaklaşık 3 saat süren müzakere sonunda, pek çok kez, özellikle eski patronun masadan kalkıp gitme raddesine gelmesine rağmen, sonuna taraflar, bir orta noktada anlaşmaya vardılar. Ama, ben anlaşma belgesini hazırlarken, bu sırada lokanta
sahibi, “tamam, peki, bu miktarda anlaştık, ama hakkımı helal etmiyorum….” Serzenişlerine, sitemlerine devam etmekteydi. Kızgın görünse de, sitem yağdırmaya devam etse de, aslında eski patron, dava sonunda mahkum edilebileceğinin yarısını şimdi vererek, kurtulmuş olduğu için; işçi de, davayla uğraşmadan ve 2-3 yıl beklemeden, bugün istediğine kavuştuğu için, kazançlı olduklarının farkında olarak odadan çıktılar. Bu arada olan bana oldu! Arabuluculuk ücretini haram etti eski patron!
Yine, arabuluculuk deneyimlerimize göre, kurumsal olarak şirket bünyesinde çalışan taraf vekilinin katıldığı toplantılar, daha çok anlaşma ile sonuçlanmaktadır. Bence bu da, arabuluculuk müessesinin bir başarısı olarak yorumlanmalıdır.

Arabuluculukta, toplantıya girerken bir şartlanma, bir tek kalıba odaklanmamış olma halinin olumlu sonuçlar yarattığını görmekteyiz çoğu zaman. Müzakere masasına giren taraflar, masadan değişerek dönüşerek kalkmalıdır. Eğer müzakere iyi yönetilmişse… Bir arabuluculuk görüşmesinde, fabrikanın yemekhane/kafeteryasında çalışmakta olan işçi kadın, işe iade talep etmekteydi. Ama müzakere sırasında ortaya çıktı ki, aslında işçi tekrar o bölümde çalışmak istemiyordu. Çünkü zaman içinde fabrika büyümüş, işçi sayısı artmış ve yemekhane/kafeteryada işler çok ağırlaşmıştı. Artık yaşı da ilerleyen işçi, bu bölümde çok yoruluyordu. Ama emekliliğine de bu işyerinde kavuşmak istiyordu. Şirket vekilinin de uyumlu önerileri sonunda, taraflar işe iade, ama daha kısa sürecek bir mesaiyle, temizlik işine iadesi konusunda anlaştılar. Bu da, arabuluculuk sürecinin kazan/kazan niteliğine güzel örneklerden biri oldu…
Arabuluculuk kurumunun bence en önemli sonuçlarından biri de, süreç anlaşmazlıkla sonuçlanmış olsa bile, bir masa etrafında bir araya gelmiş tarafların yargılama sürecinde artık değişmiş/dönüşmüş olarak yer alacak olmalarıdır. Çünkü, arabuluculuk sürecinde taraflar, çeşitli, müzakere teknikleri ile, kendi duygularını anlatma, karşısındakinin duygularını anlatışını dinlemek fırsatı bulmuşlar; bu sırada geleceğe yönelik neler olabileceğini, neler kaybedebileceklerini ya da kazanabileceklerini düşünme/sorgulama imkanına kavuşmuşlar; sonunda ise, anlaşamasalar bile, toplantı odasından tokalaşarak, ‘hoşçakalın, iyi günler…’ gibi vedalaşma sözcükleriyle ayrılmaktadırlar. Mahkeme koridorlarında örneklerini çok gördüğümüz çoğu zaman küfür ve hakaret sözcüklerinin de eşlik ettiği tartışma sahneleri içinde değil….
Her ne kadar, bazı kesimler, arabuluculuk, özellikle dava şartı uygulamalarına muhalefetlerini sürdürseler de; deneyimlerimizden somut olarak, fiilen yaşadığımız gibi, taraflar arasındaki görüşme/müzakere/diyalog süreci, arabuluculuk yöntemi ile, bir konuşma, anlatma/dinleme süreci ile başlamakta; anlaşmazlıkla sonuçlansa ve bir dava dilekçesi ile mahkemeye taşınsa bile, kullanılan dil/üslup daha sakin ve soğukkanlı, gerginlikten uzak olmaktadır. Bu da, arabuluculuk kurumunun başarıları hanesine yazılmalıdır.

Av. Arb. V.Tülay YÜKSEL